BİRİ ANAM BİRİ YARİM


BİRİ ANAM BİRİ YARİM

“Çocukluk başlı başına bir memlekettir, hatta sılasıdır insanın. Büyüdükçe sıla özlemimiz artar, hayat giderek gurbetleşir. Sanki ne yaşarsak yaşayalım hep gurbetteyizdir. Büyümek, gurbete çıkmaktır” der Murathan Mungan çocukluk anılarını kaleme aldığı kitabında.

Çoğumuzun içinde yatan tanıdık bir duygu. Hep çocuk kalabilmek. Özlediğimiz, özendiğimiz çocuk saflığında dünyaya bakabilmek. Aslında belki hayatın yüklerinden, sorumluluklardan uzaklaşma isteği. Çocukluğa dönme arzusunu ilk bakışta böyle okuyoruz.

Kimi psikolojik kuramlar insanın annesinden dünyaya gelmiş olmakla annesine geri dönme, yalnız gelmediği dünyada eş arama temayülünde olduğunu kabul ediyor. Ne kadar küçülürsek o kadar annemize yaklaşacağımız altbilincinin hakimiyeti çocukluk özlemi olarak duygularımıza yansıyor. Ve Mungan'ın memleket/sıla metaforunun anne-çocuk bağlanmasını ve devam eden duygusal ilişkiler bütününü temsil ettiğini düşündürüyor.

Annelik rol ve sorumluklarının yerine getirilmesi ve anne-çocuk ilişkisinin doyuruculuğu çocuğun kişilik gelişimi üzerinde belirleyicidir. Hal böyleyken, yaşadığımız toplumda, alışılagelmiş Anadolu hayatında kadının (annenin) rolü; yemek yapmak, evi temizlemek, hayvanlarla ilgilenmek, çapa yapmak, kayınvalidesi ve/veya kayınpederi ile ilgilenmek ve sayamadığım bir dolu görev ve -çocuğuna bakmak-tır. Hikaye gibi dinlediğim doğum ve doğum sonrası kadın yaşantıları vardı. En ilginç öykülerden birisi de kadının insan üstü bir şekilde, adeta tuvaletini yaparcasına doğum yapıp, birkaç gün içinde saydığım rolleri gereği işlerini yapmaya devam etmesiydi. Bu anlatılırken şimdilerde kadınların ne kadar dayanıksız olduğundan dem vurularak bahsediliyordu. Kadının anneliğiyse doğum yapmak ve çocuk beşiğindeyken ağladığında bütün bu işlerinden fırsat bulup memesini vermenin ötesine geçmiyordu. Çocuğu ile oyun oynamak bir yana ona sevgisini sunacağı, sarılacağı, koklayacağı anlar ayırdığında, işlerden kaçtığı için suçlu görülen, köteklenen pozisyona düşüyordu.

Günümüz şartlarında ise çalışan anneler çalışma hayatından arta kalan zamanlarında ev kadını rolleri dışındaki zamanlarını çocukları ile geçirebiliyor. Anne-çocuk ilişkisinin yeterliliği her zaman tatmin edici olamıyor. Kadınların algılanan sorumlukları varken, anne-çocuk yakınlık, ilgi ve temasının kurulmaması, bunun sağlanabilmesi için gereken anne-çocuk ilişkisi ve annelik rol ve sorumluklarının yerine getirilememesi şaşırtmasa gerek. Görünen o ki hissedilen anne duygusallığı pratikte yeterli uygulanırlıkta olamıyor. İskandinav toplumunda çalışan annenin doğum sonrası üç yıl ücretli izin hakkı olduğunu duyduğumda ülkemizde buna mani mevzuat yetersizliklerini hatırlayarak şaşkınlık duymuştum. Ülkemizde bunun gerçekleşmesinin ütopik olduğunu düşünsemde bu düşüncem uygulamanın gerekli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Anneliğin çocukla arasında muazzam bir bağ ve duygu yoğunluğu barındırdığı kabul görmüş, genel geçerdir. Bu nedenle anne çocuk ilişkisinin özellikle ilk yıllarında yakın ilişki halinde olmak, başta temel fiziksel ihtiyaçları olmak üzere duygusal ihtiyaçlarına yanıt vermek önemlidir. Psikolojik kuramlarda belirtildiği üzere, çocukla anne arasında, anne karnında başlayan bütünlük duygusu ve yaşamın ilk yıllarındaki ilişki, yaşanacak ilişkiler ağının temelini oluşturuyor. Bu nedenle anne-çocuk arasında yaşanacak kopmanın ne kadar sağlıklı olduğu belirleyici nitelik taşıyor. Evet, annelik duygusu çocuğuna beklentisi olmayan koşulsuz bir sevgi sunar. Çocuğun/bireyin koşulsuz sevgi ihtiyacı anne ile kopma ve ayrılmadan sonra, hayatı devam ettiğince sürer. Bu temel duygu ihtiyacının bir yansımasının, hayatlarını birleştirecek, birbirlerini eş olarak kabul edecek kişilerin akdinde dahi "hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana dek seninle olacağıma...." denilerek, koşulsuzluğu vaadederek ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Mungan'ın metaforuna dönerek düşünecek olursak, aslında uzakta olduğumuz memleketimizden ayrılamayıp yeni kentimizde (gurbet) ananelerimizi yaşatmaya devam ediyor, gerçekliğimizi kabullenişimizin çaresizliği ile yine köy kokusuna duyulan hasreti dillendirmeden edemiyoruz. Zaten kendisi de yazdığı şarkı sözlerinde şöyle dile getirmemiş miydi?

Dönmek, mümkün mü artık
Dönmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket.

Yaşamımıza kabul ettiğimiz, sevdiğimiz insanlarla ilişkilerimizden anne kabul edişi ile özdeş yaklaşım beklentisi sarıyor zihnimizi. İlişkileri sağlıklı kılmak ise bunun aynılığının olmayacağının farkındalığına varıp davranış biçimi haline getirebilme marifetini göstermekte yatıyor olsa gerek.

Ben de doğup büyüdüğüm topraklara Neşet Ertaş dizeleriyle dönüyorum. Buram buram bozkır kokuyor. İlk ergenliğimde dinlemeye başladığımı anımsıyor, yaş aldıkça duyduğum dizelere yüklediğim mananın farklılaştığını görüyorum. Ustanın gönlünden dökülenlerin insanlık ve yaşam adına içerdiği derin manalarla büyülenmiş gibi hissediyorum.



İki Büyük Nimetim Var

İki büyük nimetim var
Biri anam biri yarim
İkisine de hürmetim var
Biri anam biri yarim

Ana deyipte geçilmez
O Yar anadan seçilmez
İkisine de kıymet biçilmez
Biri anam biri yarim

Birisi var etti beni
Birisi yar etti beni
İkisinin de birdir teni
Biri anam biri yarim
Neşet Ertaş



                                  Koray AYDIN
                                   Pedagog












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FLU

PAŞA

ÇOCUKLARIN AİLE MAHKEMELERİNDE DİNLENMESİ VE İDRAK ÇAĞI (1)