FLU
Stilettolarının azizliğine uğramaktan korkuyordu. Bastığı yerleri görebilmek için, elindeki beyaz beze sarılı çerçeveyle mücadele ederek girdi kapıdan. Dirsek hizasında takılı çantası kolundan sıyrılır gibi olunca sendeledi.
Kapının açılmasıyla çınlayan zil sesini duyan Nizam Usta ayaklandı. "Aman dikkat hanımefendi! Müsaade edin elinizdekileri alayım."
"Biz kadınlar şık olmak için ne mücadeleler veriyoruz görüyor musunuz? Şu yağmurda bu pabuçları giymesem n'olur yani? Aayyy, dizlerim titriyor! Ofise yetişmem gerekiyor ama iki dakika soluklanayım şuracıkta da giderim sonra." deyip ustanın masasının yanındaki misafir koltuğuna attı kendini Mürüvvet Hanım.
Usta elindekileri, iş sırasına göre yerleştirdiği çerçevelerin yanına indirdi. "Aman hanımefendi, siz haber verseniz çırağı gönderip aldırıverirdim evinizden.”
“Arabada anneme bırakacaklarım var aslında. Bir zahmet onlar için yardım isteyeceğim sizin çıraktan.”
“ A pek tabi. Oğlum ablandan al anahtarı, çıkarıver torbaları Safiye Teyzene.”
Bir yandan çantasından anahtarı ararken “Annem evde mi bilmiyorum? Ama evde yoksa bile sen kapıya bırakırsın ablacım” diyerek, bulduğu anahtarı çırağa verdi. Gülümseyip teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Ustaya döndü. “Bu mahalleyi çok seviyorum. İşim nedeniyle taşınmak zorunda kalmasam hala yaşardım annemle. Onu ziyaret etmeyi de bahane ederek her fırsatta geliyorum. Ee tabii sizin gibi zanaatkârlarla da her yerde karşılaşamıyorum.”
“Bu iltifatınız karşısında bir kahve ikram edebilirim. Nasıl alırsınız?"
"Iııımm! Sade lütfen. Müsaadenizle kahve oluncaya kadar ben galerinizi gezeceğim.”
“Elbette, beğendiğiniz bir ürün olursa yardımcı olurum.”
Bir ürün almasa da bu galeriyi gezmeyi çok seviyordu Mürüvvet Hanım. Onu, kapıdan girişte solda duran kütüphane raflarında el emeği olduğu belli oyuncak beşik, topaç, atlı karınca ve çeşitli hayvan maketleri karşıladı. Hepsine dokunup oynamak ister gibiydi. Bir sonraki adımında karşılaştığı, el oyması işlemeleri ve yosun yeşili ahşap boyasıyla bütünleşik makyaj masasını büyülenmiş gözlerle izledi. Parmaklarını üzerinden kaydırarak devam etti galeriyi dolaşmaya. Ahenkle işlenmiş ceviz sandığı, cibinlikle süslenmiş ferforje başlıklı karyolası ve yanı başındaki komodinle yatak odasına ve ahşap kolçaklı koltukları, kanepeleri ve yerdeki el dokuması halısıyla salona dönüştürülmüş geniş galeri, bir iç mimar eli değmişçesine dizayn edilmiş gibiydi. Her bir mobilyayı ayrı ayrı seçebilmek mümkünken, yerli yerinde serpiştirilmiş ve bir kompozisyon oluşturulmuşçasına göze çarpan eşyalarsa yaşanmışlık duygusu katıyordu. Ağzı açık ve sigaraları hala içinde duran tablayla yanındaki muhtar çakmağı, kristal kül tablası, mumu üzerine doğru akmış ve henüz dün akşamı aydınlatıp söndürülmüş gibi duran pirinç şamdan, kağıtları sararmaya başlamış, okunurken kalınan yeri belli olsun diye kulağından kıvrılmış olan sayfasından açık bırakılmış ciltli kitap ve diğerleri…
Daha evvel galeriyi gezip ayrıldığında hissettikleri ile benzer duygularla, bütün mazisinin zihninden akışını düşünerek döndü ustanın yanına.
Usta kahveyi ikram ettikten sonra çerçevenin üstünü açmaya başladı. “Ooo, anlaşılan epey rutubet almış. Temizlerken ne kullanıyorsunuz?”
Mürüvvet Hanım bu sorudan pek memnun kalmamıştı.
“ Aslında kullanmıyorum diye uzun zamandır temizlemedim. Çerçevesini beğendiğim için başka bir şeyde değerlendiririm diye düşündüm. Yine de bir köşede tutuyorum işte.” Belki de bu konu uzadığında, yaşayacağı mahcubiyetten sıyrılmak istercesine latifeli haline dönerek “Zaten karşısından her geçişimde sadece bir gölge görünüyor adeta. Ay ustacım bana bi bakar mısın? Şöyle bir güzelliğin yansımasını gölgede bırakacak bir aynanın bana ne faydası olabilir allah aşkına?” deyip kahkahasıyla inletti atölyeyi.
Usta, ne diyeceğini bilemeyen naiflikle gülümsedi. Yanı başındaki masada duran, rengi maviden siyaha dönmeye yüz tutmuş, her an her şey için kullanılabilen bezi aldı. Aynadaki tozları kabaca silmeye başladı. Tozların azaldığı kısımlarda parlak gümüş yansımaların yerini alan bulutlu grilikler belirginleşti. O an’a Mürüvvet Hanım kısık gözlerle tanıklık ediyordu. Yüzündeki dalgın ve uzakları arayan ifadesinde, kime ait olduğu belli olmayan öfke, hüzün ve hemen anlaşılamayan harmonik duygular uçuşuyordu. Ustanın kendisine dönmesiyle birlikte, kahvesinin son yudumunu aldı. Dilinin ucunda biriken telveleri tüm damağına yayarken fincanını tabağında ters çevirerek önündeki sehpaya bıraktı. Birden ayaklanıp çantasını toparlamaya koyuldu. Usta ile göz göze gelmemek için sırtı dönük ve yarım ağız müsaade istedi. Hızlı ve telaşlı adımlarla kapıya doğru ilerledi.
“ Çerçeveyi neyle değerlendireceğimize birlikte karar vermek istemiştim ama benim gitmem gerekiyor. Sizin tercihinize güveniyorum. Hazır olduğunda haber verirseniz sevinirim.” Çıkmak üzereyken elindeki torbalarla dönmekte olan çırakla karşılaştı, arabanın anahtarını ve torbaları aldı. Az ilerdeki çöpün yanına bıraktı. Arkadan gelen usta torbaların dükkanda kalabileceğini, sonradan annesine bırakabileceklerini söyleyecekken koşar adım uzaklaştı Mürüvvet Hanım.
Usta duruma anlam vermeye çalışarak çırakla göz göze geldi. “Ben de anlamadım, aniden kalkıp gitti. Sen torbaları çıkarmadın mı yukarı? “ Kapıyı açan olmadı usta, apartmanda temizlik vardı, kapıya da bırakamadım. Biz daha sonra götürürüz diye arabaya bırakmadan dükkana getiriyordum” dedi. İkisi de anlam veremedikleri suçlulukla içeriye geçti. Usta bir anda aynanın karşısında durakaldı. Tozları silinmiş ve silinmemiş tarafları aynayı boydan simetrik olmayan ancak kendi içinde bir ahenk oluşturacak şekilde ikiye bölmüştü. Kendi yansımasını; kısmen görebildiği, buğulu, sırları kalkmış kısmından, bir süre izleyen usta, Mürüvvet Hanım için nasıl bir ayna tasarımı yapacağına o an karar vermişti.
Katlanamadığımız aynalar… bazen deneriz katlanabilmeyi gerçekliğe. Çarpıtmadan ve dahi incitmeden de gösterebilen bir ayna tasarlayabilir usta olan. Belki…
YanıtlaSilBelki aynayı ustaya emanet etme cesaretiyle başlar herşey.
Sil