PAŞA

  

PAŞA

I. Bölüm 

Beni Evcilleştir 


Serin rüzgarlarını hissederken sevmiştim eylülü. Antalya hala çok sıcak. Apartmana yine birileri taşınıyor ve son zamanlarda en çok nakliyeciler kazanıyor. Bu kaçıncı gelip giden, sayamadım. Pencereye geçip eşyalar için kurulan asansörü izlemekse ayrı keyif. 

Sıcağı o kadar da sevmiyorum. Belki simsiyah parlak uzun tüylerimin etkisi bilmiyorum. Hele nem yok mu? Esecek gölge bir yer bulmak zor oluyor böyle havalarda. Yaşadığım evde klima var neyse ki. Bazen karşısına geçip dakikalarca, bir aşağı bir yukarı salınıp duran kapağına takılı kalıyorum. O olmasa katlanamazdım galiba. Bulunduğu odada biraz kaldığımdaysa fazla soğuk geliyor. Kendimi başka odaya ya da balkona atıyorum. Bazı kapıları açmak için zıplayıp koluna asılmak yeterli. Bunu başarmak için olağanüstü çaba sarf etmem gerekiyor. Keyfim ve enerjim yerindeyse, açtıracak birisi de yoksa, bir şekilde başarabiliyorum işte. Yardım istemek zorunda olduğumu anlayanlar oluyor bazen. Ya kart kalın sesimle onlara miyavlamamdan ya sadece bakışlarımdan.  

Yaşadığım eve bir yıl kadar önce geldim. O günlere dair hatırladığım çok az şey var. Narkozun ve hissetmeye başladığım ağrıların etkisindeydim. Gözümü açtığımda Hakim Bey ve eşi Güzide Hanım’ın büyümüş göz bebeklerindeki şaşkın, bir o kadar acıyan bakışlarıyla karşılaştım.  

  • -Güzide, bu kara kediyi almakla iyi mi ettik bilmiyorum? Uğursuzluk getirmez inşallah. 

  • -Saçmalamaz mısın lütfen? Senin ne kadar yufka yürekli olduğunu biliyorum. Ben ikna etmesem günlerce vicdanını yapıp söylenip duracaktın.  

  • -Yine doğru söylüyorsun bir tanem. İyileşecek ve hayatımıza renk katacak paşam. Karşılaşmamızın tesadüf olmadığına inanıyorum.  

  • -Tabii ki öyle olacak. Hala narkozun etkisiyle uyuyacak gibi galiba. Rahat bırakalım hadi. 

  • -Yavru olsaydı bari. 

  • -Yavrusunu falan bırak da Hakim Bey, Paşam mı dedin?  

  • -Evet. N’oldu ki?  

  • -İsim babası oldun bence.  


Bu denli yakınlık ve ilgi hiç tanımadığım deneyimlerdi. Bunu onlara fazlasıyla hissettirmiş olabilirim. Dokunmalarına izin vermeyip ellerine attığım tırmıklar, atalarımdan kalma kaplanvari tıslamalar... Dengesiz hallerime katlandıkları gibi iyileşmem için ihtiyacım olan hiçbir şeyi ihmal etmediler. Verdikleri ilaçlar olmasa hayata dönemeyebilirdim.  Geceleri kalkıp nefesimi dinledikleri bile oluyordu. Her şeye rağmen özgürlük alanıma müdahale etmiş olsalar ikametimi tamamen sokaklara aldırırdım. Böylesi bizimkilerin de işine geliyor gibi aslında. 

  • -Hakim Beeeey, Hakim Beeeey. Paşa yerinde yok.  

  • -Sevgilim nereye gitmiş olabilir? Çıkar bir yerlerden şimdi. Paşaaaaaaa...Paşaaaa... 

  • -Garip kokuyu sen de aldın mı? 

  • -Şu taraflardan geliyor sanki. Ay kanepenin altına işemiş bu haylaz. Tabi buna alışması gerekecek bir deeee... Ayyy! Kim temizleyecek şimdi bunu?  

  • -Tamam Güzide, paniğe mahal yok, ben hallediyorum. Kumuna yapmaya alışacak zamanla. 

  • -Güzide mi olduk şimdi ? 


Kapı zili. Hemen ayaklanıyorum her duyduğumda. Pavlov’a selam olsun ama “neden köpek?”. İnsanlar neden bunu tartışıyor? “Sence, kedi mi köpek mi? Peki neden köpek?”.  Aman neyse kapı zili... 

  • -Hakim Bey bakar mısın kapıya? 

  • -Açıyoruummm.. 

  • -İyi günler. Nasılsınız? Aidat ödemesini getirmiştim.  

  • -Hoş geldiniz Mithat Bey. Teşekkür ederim iyiyiz. Ya siz? 

  • -Teşekkürler. İyiyiz bizler de. Ödemeyi alayım. Faturanızı yazıp kapıya bırakırım.  

  • -Ben birkaç gün olmayacağım. Şimdi almam mümkünse sevinirim. 

  • -Biraz bekleteceğim sizi o halde. 

  • -Tabii tabii. Sakıncası yok bekliyorum.  

Tam aradığım fırsat. Fırlıyorum. Güzide Hanım her defasında bıkmadan tekrarlıyor: Paşaaaaa geç kalmaaaaa.    

Ait olduğum yere tekrar ilk döndüğüm gün, attığım her adımda çevreden gelen seslere, kokulara, aniden esen rüzgarla yerini değiştiren nesnelerin hareketine kaçış refleksiyle tepki vermekten çok kısa sürede yorgun düşmüştüm. Sokakta beni sevmek için yaklaşanlar dahil, tepkisizce yanımdan süzülen insanların kötü niyetli olma ihtimalini düşünerek ilerliyordum. Etrafı biraz dolaşıp sırtımı dayadığım bir ağaç gövdesinde yayılmaya karar verdiğim klasik bir sokak günümde, biraz içim geçmişti. Yanı başımdaki bankta oturan yaşlı amca ve kız çocuğunun sesiyle uyandım. 

  • -Dede, hadi kaldığımız yerden devam edelim kitabı okumaya. 

  • -Peki evlat. Sen okumak ister misin? 

  • -İsterim ama sen daha güzel okuyorsun. Sanki hikâyenin kahramanları konuşuyor gibi seslerini çıkarman çok hoşuma gidiyor. Lütfen sen oku, lütfen, lütfeeeenn 

  • -Tamam tamam. Bir sonrakinde sıra sende. Anlaştık mı? 

  • -Yaşasııınnn. Anlaştık. 

  • -Eveeett, dur bakalım nerede kalmıştık. Başlıyorum. 


“   ...Hayır, demiş Küçük Prens. Ben arkadaş arıyorum. “Evcilleştirmek” ne demek? 

  • -Çok ihmal edilen bir şey, demiş tilki. “Bağ kurmak” demek. 

  • -Bağ kurmak mı? 

  • -Elbette, demiş tilki. Sen şu an benim için yüz bin küçük çocuktan farksız bir çocuksun. Ve sana ihtiyacım yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Ben de senin için yüz bin tilkiden farksız bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize ihtiyaç duymaya başlarız. Benim için dünyada tek olursun. Ben de senin için dünyada tek olurum... 

  • -Anlamaya başladım, demiş Küçük Prens. Bir çiçek var galiba beni evcilleştirdi. 

  • -Olabilir, demiş tilki. Dünya’da her türlü şey olur... 

  • -Ah, ama bu dediğim Dünya’da değil, demiş Küçük Prens. 


Tilki birden merakla kulaklarını dikmiş: 

  • -Başka bir gezegende mi? 

  • -Evet. 

  • -Bu dediğin gezegende avcılar var mı? 

  • -Hayır 

  • -Ha! Çok ilginç! Peki, tavuk var mı? 

  • -Hayır. 

  • -Hiçbir şey kusursuz değildir tabii, demiş tilki iç geçirerek.  


Ama tilki tekrar konuya dönmüş. 

  • -Hayatım tekdüze. Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni avlıyor. Tüm tavuklar birbirine benziyor, tüm insanlar da birbirine benziyor. O yüzden biraz sıkılıyorum. Ama eğer beni evcilleştirirsen dünyama güneş doğmuş gibi olur. Duyduğum bir ayak sesi diğerlerinin hepsinden farklı olur. Diğerlerini duyunca yerdeki deliğime girerim. Seninkiyse müzik gibi, beni oradan dışarı çağırır...” 

 

  • -Paşaaaaaa...Paşaaaa...Gel oğlum, neredesin. Hadi ama Paşaaa... 

Güzide Hanım beni aramaya çıkmış olmalıydı. Ama hikâyenin en heyecanlı yeri. Dinlemeye devam ederek yaşlı amca ve torununa doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Tam karşılarında durdum.  

“Tilki susmuş ve uzun süre Küçük Prens’e bakmış: 

  • -Ne olur...evcilleştir beni! demiş. 

  • -Çok isterim, diye cevap vermiş Küçük Prens. Ama çok vaktim yok. Tanışacağım arkadaşlar ve keşfedeceğim bir sürü şey var. 

  • -Sadece evcilleştirdiklerini tanıyabilirsin, demiş tilki. İnsanların artık hiçbir şeyi tanıyacak vakti yok. Her şeyi gidip dükkanlardan hazır alıyorlar. Ama arkadaş dükkânı olmadığı için artık hiç arkadaşları yok. Eğer bir arkadaş istiyorsan beni evcilleştir.” 


Yaşlı amcanın telefonu çaldı. Kaldığı sayfanın arasına bir parmağını koyarak konuşmayı sürdürüyordu. Kız çocuğu bana doğru gelmeye başladı. Eğildi. Ellerini yavaşça burnuma doğru yaklaştırdı. Kokusunu hissettikten sonra gözlerimi kapatıp boynumu eğdiğimde kafama dokunmak istedi. Silkinerek geri adım attım. Göz göze birkaç saniye bakıştık.   

  • -Hadi kızım annen gelmiş. Eve dönmemiz gerekiyor. 

  • -Dede, şu simsiyah kedinin güzelliğine bakar mısın?  

  • -Evet kızım, hadi gitmemiz gerekiyor artık.  

  • -Dede, onun kuyruğuna ne olmuş? 


Koşarak geldim apartmana kadar. Dış kapı aralı kalmıştı. Merdivenleri tırmanmaya başladım. Eskiye nazaran daha kolay yoruluyordum. Yavaşlamaya başladığım üçüncü katta nefeslenmek istedim. Sonraki günlerde de dışarı kaçmanın heyecanıyla merdivenlerden hızla inerken ya da yorgun eve dönüşlerimde Kleo’nun evinden anlam veremediğim çığlıklar duyuyordum.  Bu durumla ilk karşılaştığımda Kleo için fazlaca endişelenmiştim. Her sabah işe giderken sokaktaki su kaplarını ihmal etmediği gibi eve dönüşlerinde de mutlaka mama kaplarını yoklar Kleo. Sokaktaki dostları es geçmeyen herkese olduğu gibi belli etmediğim bir sempatim var ona karşı. Tamam çok güzel kadın olmasının da etkisi olabilir. Ancak onun hızına bizimkiler dahi yetişemez. Bizim mevsimlik yaşadığımız güdüleri Kleo çok daha sık yaşıyor ki onlar da benim karşılaştıklarım. Farklı insanları misafir edip eğlenmeyi seviyor.  Hakim Beyle Güzide Hanım’a pek benzemiyor. Gençken onlar da öyleler miydi acaba? Aman kimsenin sosyal ve cinsel hayatı beni ilgilendirmiyor aslında. Duyduğum sesler de her zaman eğlenceli olmuyor.  

  • -Allah belanı versin Ersin. Siktir ol git bu evden. 

  • -Hayatım, sana açıklamama izin vermiyorsun bile. 

  • -Açıklama yapacak bir şey yok. Defol git dedim sana. Sikeceğim yoksa bir tarafını. Bir daha yüzünü görmek istemiyorum. Siktir git ve bir daha arama beni. 


Endişelenmemi gerektirecek benzer sahnelerde sadece isimler değişiyordu. Cenk, Savaş, Baybars. Çoğunda fırlatılan eşyaların şangır şungur sesleri eşlik ediyordu kavgalarına. Ne kadar da korkusuz bir kadın şu Kleo. İnsanların gözünü kırpmadan kendisine yapabilecekleri hiç aklına gelmiyor mudur? Onun için yapabileceğim bir şeyler olmasını çok isterdim.  

  • -Kendi ayaklarımın üstünde hayatımı sürdürmek için kıçımı yırtıyorum ben Ersin. Sabahın köründe uyanıp anasının nikahına kadar direksiyon sallıyorum. Dönüş trafiğini saymıyorum bile.  Evimin anahtarını verdim lan ben sana. Bütün yorgunluğumu seninle birlikte zaman geçirdiğimde unutuyorum diye heyecanla dönüyorum. Ama eve bir geliyorum her yer dağınık. Bir de senin kıçını toplamaktan bıktım. Usandım. Katlanamıyorum. O boklu donlarını da al ve terk et evimi. Kendine bir iş mi buluyorsun yoksa söğüşleyecek yeni bir karı mı? Ne halt yersen ye artık. Sadece siktir olup gitmeni istiyorum.  

  • -Tamam şimdi anlaşıldı sevgili Kleo. Yoksa Kleopatra mı demeliydim? Haaa Sana ismini verenin baban olduğunu öğrendiğin gün haberin olmuştu değil mi başka bir kardeşin olduğundan? Kraliçeliğin sadece isminde kalıyor diye gücüne gidiyor biliyorum. 

  • -Beni daha fazla öfkelendiremeyeceksin Ersin. Şimdi ya bu evi terk eder ve bir daha karşıma çıkmazsın ya da ... 

  • -Ya da  ne? Ya da ? Ya da korumalarını mı çağıracaksın? Listen kabarık. Rehberin savaşçı erkeklerle dolu. Birinin kollarına atarsın kendini.  


Kapıya fırlatılan bir cismin apartmandaki yankısıyla topukladım. Nihayet evin yolunu bulabildim. Eşikte durup üç defa miyavladığımda Güzide Hanım’ın topuk sesleri hızlanarak yaklaştı. Kapıyı açtı. Duruşumu hiç değiştirmeden ayaklarına sürtündüm. Her adımında ayaklarının arasından geçip temasımı sürdürerek takip ettim onu.  

  • -Hakim bey, döndü bizimki. 

  • -Her defasında endişeleniyorsun hayatım. Artık onun dışarı çıkmasına mâni olamayacağız belli ki. Tamam doğum günü hediyesi dedik. O gün takarız dedik. Ama artık beklemenin anlamı yok bence. İsimliğini takalım mı?  

  • -Buna da alışacaktır ne olsa. Hadi o zaman getiriyorum. 


Hayatımda ilk defa dört ayağımın üstüne düştüğümü hissediyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FLU

ÇOCUKLARIN AİLE MAHKEMELERİNDE DİNLENMESİ VE İDRAK ÇAĞI (1)