ÇOCUKLARIN AİLE MAHKEMELERİNDE DİNLENMESİ VE İDRAK ÇAĞI (2)
ÇOCUKLARIN
AİLE MAHKEMELERİNDE DİNLENMESİ VE İDRAK ÇAĞI
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU (YHGK) İÇTİHATLERİ
ULUSLARARASI
SÖZLEŞMELER
(2)
"İdrak
Çağı" ne demektir?
Aile
Hukukunda idrak çağı nasıl değerlendirilmelidir?
YGHK'nin
2017/3117 Esas, 2018/1278 Karar'ında "
Somut
olayda da, velayetinin değiştirilmesi talep edilen müşterek çocuk
Efe, dava tarihinde 8, karar tarihinde 10, bozma kararının
verildiği tarihte ise 12 yaşında olup, müşterek çocuk davanın
tüm aşamalarında idrak çağındadır."
denilmektedir. Yargıtay ilgili birimlerince yapılan açıklamalarda
da Yargıtay'ın kural olarak idrak çağı başlangıcı olarak 8
yaşı kabul ettiği belirtilmektedir. Belirlenen 8 yaşın hangi
pedagojik, psikolojik ve sosyal yaklaşımlar neticesinde
belirlendiği bilinmemekle, bu kararla beraber çocuk yararını
olumsuz etkileyecek bir değerlendirmede bulunulduğu
düşünülmektedir.
Türk
Medeni Kanunu'nda İdrak Çağı kavramının tam karşılığı
bulunmamaktadır. Genel olarak İdrak Çağı'nı Aile Hukuku
kapsamında ele alma gerekliliği doğmaktadır. İdrak kelime anlamı
itibari ile "akıl erdirmek, anlamak, kavramak", çağ
"zaman dilimi vakit" olarak karşılık bulmaktadır. İdrak
Çağı kavramını "akıl erdirme, anlama, kavrama yetilerinin
kazanıldığı, gösterilebildiği zaman dilimi, yaş" olarak
ifade edebiliriz.
Zihinsel
gelişim; kalıtımsal, biyolojik, yaşantısal (deneyimler),
toplumsal aktarım gibi faktörlerden etkilenir. Büyüme sürecinde
bu faktörlerin eksikliği ya da olmaması durumu gelişimin
tamamlanamamasına neden olur. Bu nedenle çocuğun
sadece takvim yaşı göz önünde bulundurularak bulunduğu yaşının
zihinsel gelişim özelliklerini göstermesi beklenmemelidir. Her
birey özgün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.
Zihinsel
gelişimin olağan seyri halinde 7-11 yaş aralığında bir çocuk
somut kavramları algılayabilecektir. Bu yaş aralığında
konuşurken kullanıyor olsalar da kutsal, adalet, ihanet, özgürlük
gibi soyut kavramları tam olarak anlamlandırarak açıklamaları
beklenmez. Kavrayabilmeleri için soyut kavramları dahi
somutlaştırarak izah ediyor olmak gerekir. Duruşmalarda
karşılaşılan örneklerde çocuklardan duygularının karşılığı
direkt olarak sorulmaktadır. Çocuğun anlık yanıtlarına göre
değerlendirme yapılmakta ve hatta kararlar verilebilmektedir.
Çocuğun, ifade edilen soyut kavramları değerlendirirken yeterince
algılayıp algılamadığını
değerlendirecek zaman, mekan, pedagojik yaklaşım gibi olmazsa
olmaz şartların bulunmadığı görülmektedir. Hal böyleyken
çocuğun yüksek yararı doğrultusunda bir karar verilmesi
beklenmemelidir.
Aile
Mahkemesi'nde, çocukların kendilerini ilgilendiren konularda
ifadelerine başvurulan bazı konulara göz atalım.
- Velayetinin hangi ebeveynde olmasını istediği (Annenle mi yaşamak istiyorsun? Babanla mı?)
-
Velayet hakkına sahip olmayan ebeveyni ile görüşme süresi, sıklığı ( Annenle/Babanla görüşmek ister misin? )
-
Hangi ebeveyni ile duygusal olarak daha yakın olduğu (Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı? )
*
Parantez
içinde belirtilen sorular profesyonel yaklaşımdan uzak ancak
uygulamalarda sıklıkla karşılaşılan ve çocukların
örselenmelerine neden olacak özellikler taşıdığı için dikkat
çekmesi amacıyla vurgulanmıştır.
Duygu;
belirli
nesne, olay ya da kişilerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı
izlenimler olarak tanımlanır. İnsan, hayatı boyunca çevreden
gelen uyarıcıların etkisiyle çeşitli duyguları yaşar. Birey,
sosyal çevreyle etkileşim içindeyken az ya da çok, haz ve elem
duyguları içindedir. Çocukların fizyolojik ve psikolojik
ihtiyaçlarının karşılanması ya da karşılanmaması onlarda
bazı duyguların oluşmasına veya oluşmamasına neden olur.
Aile
Hukuku'nda çocukları ilgilendiren velayet, kişisel ilişki gibi
kavramlar özünde çocuğun ebeveynleri ile kurduğu sevgi
temelinde, ebeveynlerin çocuğun barınma, beslenme, sağlık,
eğitim-öğretim ihtiyaçlarını karşılayabilme, çocuğun
çıkarlarının dışında davranıp-davranmadıkları gibi
unsurlarla temellenmektedir. Velayet ve kişisel ilişki konulu
davalarda sıklıkla karşılaşılan bir örnek üzerinden durumu
ele alalım.
Çocuğun
dava sürecine kadar bir arada yaşadığı ebeveyni ile ilişkileri;
eğitim/öğretim hayatı, beslenmesi, sağlığı, günlük temel
ihtiyaçlarının karşılanması ağırlıklıdır. Kişisel
ilişkisi gereği görüştüğü ebeveynle ise genelde tatil
günlerinde, oyun, eğlence ağırlıklı zaman paylaşımıyla
günler geçirmektedir. Bu durum özellikle oyun çağı çocuğu
için ebeveynler arasındaki tercihinde önceliğini etkileyen bir
unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir durumda çocuğun
mahkemede karşılaşacağı yukarıda ifade edilen sorulara vereceği
yanıtının, yüksek yararı doğrultusunda şekillendiğini
düşünemeyiz.
Bilgisine
başvurulan konulara baktığımızda çocuğun sözel olarak yanıt
verebileceği içerikte olduğu düşünülebilir. Çocuğun bu
hususlara verdiği yanıtlarını temellendirme konusunda yeterince
ayırtetme kabiliyeti gösterip göstermediği, herhangi etki altında
kalıp kalmadığı, manipüle edilip edilmediği, ruh durumu gibi
haller ise dikkate alınmamaktadır.
Bu
nedenlerle;
1-
Çocuğun ifadesinin merkeze alınması halinde, daima Uluslararası
Sözleşmeler'in temel ilkesi olan “çocuğun yüksek yararı
ilkesi” temelinde bir karar verilemeyecektir.
2-Konunun
uzmanlarının (Aile Mahkemelerinde görevli Pedagog, Piskolog,
Sosyal Hizmet Uzmanı) zaten çocukla görüşmeler yaparak elde
ettikleri bütüncül değerlendirmeler sağlıklı netice için
birincil önceliğe sahip olmalıdır.
3-Zaten
anne-baba ayrılığı sürecini yaşayan ve travmatik süreç içinde
olan çocuğun, uzmanlarla görüşmelere katılmışken defaatle
hukuksal sürece dahil olmasının/ikincil örselenmesinin önüne
geçilmelidir.
EKİM 2018
Yararlanılan Kaynaklar:
Gelişim
ve Öğrenme Psikolojisi (Eğitimin Psikolojik Temelleri) -Yasemin
Yavuzer, Zekeriya Deemir, Mustafa Çalışkan
Çocuklarda
Duygusal Gelişim Dönemleri -Zeynep Boya-Sosyal Hizmet Uzmanı
Yaşlara
Göre Sosyo-Duygusal Gelişim Özellikleri-Elif Zorer
Yorumlar
Yorum Gönder